içeriğe geç

Ayıp: Sigorta mı, Pranga mı?

Minibüste genç bir baba, kucağındaki 4-5 yaşlarında ve pek şirin oğlunun, arkadaşlarından şikayetini dinliyordu. Babası “arkadaşın ayıp etmiş” diye geçiştirmek isteyince, çocuk efsane bir soru sordu:

Photo by Caleb Woods / Unsplash

Minibüste genç bir baba, kucağındaki 4-5 yaşlarında ve pek şirin oğlunun, arkadaşlarından şikayetini dinliyordu. Babası  “arkadaşın ayıp etmiş” diye geçiştirmek isteyince, çocuk efsane bir soru sordu:


“Ayıp ne demek?”..

Gündelik hayatta sıklıkla kullandığımız pekçok kavramın, aslında zihnimizde net bir tanımı yoktur. “Ayıp” da bunlardan biri... Nasıl oluşuyor, neden bizi frenliyor, nereye kadar üzerimizde baskı kurabilir, bunun bir yazılı tarifi yok ama hepimiz bir şekilde biliyoruz ve bu ölçüyü kendi zihnimizde ayarlıyoruz.

Ayıp’ın kuvveti üzerine belki de en ilginç uygulamalardan biri, ticaretteki çek kullanımıdır. Hukuki açıdan çek, yazıldığı andan itibaren tahsil edilebilen bir belgedir. Birisi size çek yazıp, üzerinde vade olarak 3 ay sonrasının tarihini atsa bile siz aynı gün bankaya gidip, alacaklınızın hesabında para varsa çekinizi tahsil edebilirsiniz. Yazılan vade, aslında ödemenin taahhüt edildiği son günü ifade eder. Bunu herkes bilir ama yüzde 99 oranında herkes, çekin vadesi gelmeden bankaya gidip sormaz, soramaz. Çünkü bu “ayıp”tır. Sizi bunu yapmaktan alıkoyan başka hiçbir hukuki engel yoktur oysa. Bunu ancak, alacaklı olduğunuz kişinin dolandırıcı olduğunu düşündüğünüzde yaparsınız. Böyle bir durum yok da bankaya gidip çekin karşılığını sorduğunuzda ve tahsil etmek istediğinizde banka müşterisini arar çaktırmadan, “efendim çekinizi soruyorlar” der, karşı taraf celallenir, hemen çek yazdığı adamı karar “kardeşim ayıptır, dolandırıcı mıyız, ticaret bilmiyor musun” falan diye saydırmaya başlar. Hatta işin hukuki kısmı, “ayıp” kuralının öylesine gerisinde kalmıştır ki, çek yazılırken uzun uzun pazarlıklar yapılır; “iki aylık çek alırım, hayır olmaz en az 5 aylık yazabilirim, ayına şu kadar faiz isterim vs.”gibi pazarlıklar uzar gider.

Hukuku zorlayabilecek kadar güçlü olan ayıp kavramı (kaldı ki kanun metinlerinde bile kendine yer bulabilir), esasında hayatımızın pek çok anında hareketlerimize insani bir sınır getiren, tüm toplumun bir arada yaşamasını kolaylaştıran bir durumdur. Nezaket kurallarını kanunla falan yapamazsınız ama “ayıp” dediniz mi, akan sular durur. Bırakın ticaret kuralları veya evlilik ritüelleri gibi ciddi mevzuları,  misafirliğe giderken ne götüreceğinizden, sokağa çıkarken nasıl giyineceğinize kadar pekçok  gündelik tercihimizi  bile aslında “ayıp” kavramı belirlemektedir. Hemen hemen hiçbir zaman “ayıp olur”’un arkasına “ayıp olsa ne olur” getirmemize gerek kalmaz. Bunu ancak, bir kavga noktasına gelmişsek ve gemileri yakacaksak düşünürüz.

“Ayıp”ın yaptırımı nedir? Aslında bu da ilginç. Ayıp etmişseniz, kınanırsınız, bu işte. Fakat bu kadar basit değil. Ayıp ettiyseniz kınanırsınız, çünkü başkasının onurunu kırıcı bir harekette bulunmuşsunuzdur. O zaman da toplumun o parçası sizi dışlamaya başlar, sizi “sevmiyor” olur. Bugün sosyal medya mecralarında beğeni almak için kırk takla atan insanın, insanlar tarafından “kınanma” ve “dışlanma” cezasına maruz kalması küçük birşey değildir. Herkes kabul edilmek, onaylanmak, beğenilmek ve sevilmek ister. Ayıp etmek, tüm bunları bir anda bitiren ve üzerinize yapışan bir etikettir. Hakkınızda “filancaya karşı çok ayıp etmiş valla”  denildiğinde, bir nevi borçlu oluyorsunuz. Bir hastahane, taziye veya işyeri ziyaretine, bir düğün davetine, cenazeye katılmaya geç kalmak veya gidememek gibi kısmen insani bahanesi olabilen şeyler bile bazen büyük bir ayıba dönüşebilir ve üzerinize yapışır kalır. Dostluklarınız bozulur, tekrar eski hale getirmekte zorlanırsınız.

Bu noktada karşımıza “ayıp” kavramının pranga mı güvence mi olduğu sorusu çıkıyor. Pek çok yönden “ayıp” kavramının varlığı aslında işimize yarıyor. Doğu toplumlarında bu baskı daha da öne çıkıyor. Kapitalizmi iliklerine kadar işlemiş batı toplumlarında ayıbın bu kadar büyük bir baskı gücü olmayabilir, şahsen oralarda fazla yaşamadım, bilemiyorum. Ancak bizde böyle bir durum var. Lâkin zaman zaman da can sıkmıyor değil hani. “Aman da rahat giyinemiyoruz” meselesi değil, çünkü yaptığımız her hareketin karşılığını kabul ediyoruz  demektir. Saygı gösterilmesini istediğimiz bir ortama rahat kıyafetlerle gitmek bizim için rahat ama bize yapıldığı zaman da bizim için rahatsız edici olacaktır. Bu bir denge.. Kastettiğim bu değil.

Ayıbın pranga olması, çoğu zaman yeni atılımlar yapma arefesinde karşımıza çıkıyor. “Ay bu yaştan sonra ne derler”, “elalem ne der” şeklinde daha çok duyduğumuz bu yorumlar, bazen yeni bir hobiye, bazen yeni bir spora, dans kursuna veya başka birşeye başlarken karşımıza çıkıyor. İstediğiniz gibi yaşayamamış ve birşeylerin içinizde ukde olarak kalmasına sebep olabiliyor. Çoğu insanın istediği mesleği yapamadan, sevmediği bir mesleğe köle olarak ömür geçirmesi, emekli olduktan sonra farklı birşeyler yapmaya çabalaması da işte tam da bu sebepledir. Çünkü “ayıp”’a karşı çıkma gücünü ancak o zaman kendinde bulabilir. Veya artık onun için “ayıp”ın bir yaptırımı kalmamıştır, maliyeti yoktur.

Şunu da eklemek isterim: Ayıp meselesinde önce davranan kazanıyor. Bir arkadaşınızla uzun zamandır görüşmediğinizde ve ilk görüşmede “niye kaç zamandır aramıyorsun, ayıp ettin ama” dediğinizde, ayıp borcu onun üstünde kalıyor, en komiği de bu zaten. Büyük tercihlerimizdeki ayıplarda da bu böyle. Şu işi yaparsam ayıp olur denildiğinde size yapılan ayıp hiç hesaba katılmıyor. O mesleği yapma, peki.. Sen bana yeni bir kariyer veya gelecek sağlayacak mısın, hayır. Yaptığım meslekte bana destek olacak mısın, hayır. İşyeri açtığımda benden mal alacak mısın, hayır.. Ama sen yine de yapma, ayıp.

“Ayıp” önemli ve gerekli bir kavram. Bir televizyon programına konuk veya yarışmacı olarak katılacaksanız traşınıza, kılık kıyafetinize özen gösterin, at hırsızı gibi çıkmayın ama meslek seçiminizde, hatta eş seçiminizde, sizi sevmediğiniz birşeyi “ayıp” diyerek ve başka bir izahat getirmeyerek yapmaya zorladıklarında “ayıp” kavramını sorgulamayı da ihmal etmeyin.

Sonuçta “ayıptır söylemesi” diyerek aslında ayıp olan birşeyi söyleyebildiğimiz bir açık kapının olduğunu da unutmayın.

En sonuncu